22 Kasım 2015 Pazar

BİR DİZİ, BİR KASABA, BİR KAÇ AHŞAP EV VE BİR DİZİ HATIRA

Gecen yıl annemler geldiğinde iki dizi izlediler babamla, biz de onlarla baktık öyle televizyona. Ömer doğmadan önce tv izlemeyi neredeyse tamamen bırakmıştık. Çok da iyi olmuştu. Haberleri dahi izlemezdik. Dini bir program vardı haftada bir sadece onu izliyorduk. Bazen de belgesel. Belgeselleri severim ben ama oldum olası pek hazzetmem televizyondan da onu izlemekten de. Sonra Ömer'in bebekliğinin beni çıldırtma aşamasına gelen günlerinde televizyona dadanmıştım. Allahtan o dönemde de uydu anteniyle ilgili bir sorun vardı ve yalnızca TRT kanalları çıkıyordu bizim televizyonda. Gündüz bir kaç saat Ömer'i pışpışlarken - ki kucağımdan bırakmam imkansızdı- ne çıksa izlerdim. Allahtan düzgün konuklar ağırlayan bir kadın programı vardı, yemek tarifi, otun çöpün organikliği falan. Sonra bir tane de uzak doğu dizisi çıkardı. Kore miydi neydi? İlk defa uzak doğu dizisi izlemiştim, bizimkilerden iyiydi:)

Annemleri izlediği diziler hoşuma gitti. Zaten kalp böyle bir şeymiş. Neyle meşgul etsen onunla dolar, onu sever sonra da onu özlermiş. Hakikaten de öyle, bazen en sinir bozucu bulduğum şeyi bir süre izlemek-okumak zorunda kalsam, onu izlemeye-okumaya devam etmek kolaylaşıyor sanki. Merak ediyor insan. Kalp ona meylediyor, onu istemeye başlıyor. Kalbimizin, bizim bugüne kadar yaradılış amacına aykırı kullandığımız, çerle çöple doldurup kararttığımız, ağlattığımız kalbimizin, iyiyi kötüyü ayırt edecek hali kalmamış. Ne verirsen onu seviyor, onu istemeye başlıyor. Kalbimize çok iyi muamele etmek lazım. Akıl da bundan verilmiş zaten insanoğluna, iyiyi kötüyü seçebilsin diye. Deli gibi bağlanacağı santrali arayan kalbin fişini yanlış fişe takmayalım diye. Ammaaaa o fişi doğru prize taktıktan sonra gelen akımı da akılla yönetebilmek mümkün olamayacağından, kalp lazımdır. Hem de çok!

Neyse konuyu dağıtmayalım. Velhasıl o dizilerden birine takıldım gidiyorum ki benim bu yaşıma kadar takip ettiğim dördüncü ya da beşinci dizi olsa gerek. Dizileri külliyen hazzetmem. Daralırım, bunalırım. Film olsa bir derece izlerim ama sonunu göremeden de uyurum genelde. İşte tv izlemekkonusunda böyle olan ben  bu diziye müptela olacağım nerdeyse. Bu durum da hiç ama hiç hoşuma gitmiyor. Düşündüm biraz beni bu kadar saran nedir diye. Osmanlı. Bir Osmamlı zamanı hikayesi. Her ne kadar eksik olsa da (sonuçta bir tv dizisi) o görselliği seviyorum. Çocukluğumdan beri hep sevdim. Tanıdık, sıcak, sarıp sarmalayan, ait olduğumu hissettiğim, dahil olmak istediğim bir zaman-mekan ikilisi. Ne denir ona ecnebicede, ambiyans mı? İşte öyle bir şey.
Bu Osmanlı tarzına, ambiyansına olan meylimin çocukluğumdan kaynaklandığını düşünüyorum. Küçük, küçücük bir kasabada doğdum büyüdüm. Osmanlının izlerine orada aşina olmuşum, aşinadan da öte müptela. Hanay derlerdi üç katlı ahşap evlere. Çok vardı onlardan ama artık azaldı. Dedemin evi, doğduğum ev de onlardan biriydi.

Çok geç oldu, uykum geldi. Arkası yarın...
Bir de fotoğraf lazım bu yazıya değil mi?

3 yorum:

  1. Yok fotoğraf olmasa da olur... ama yaz..çünkü okumak istiyorum :)

    YanıtlaSil
  2. Ben Hayatım boyunca tv ye ihtiyaç duymadım. Bir ara taşındığımız evde önceki kiraci büyük bir LCD ekran tv yı evde bırakıp gitmişti bir kaç bende kaldı ama evin bir duvarını boş yere kapladığı için rahatsız etmeye başladı beni sonra parkta tanıştığım birine hibe ettim.

    YanıtlaSil
  3. Velhasıl o zaman o kadının o tv yı seve seve aldığına şaşmıştım. Dizilere gelince bir kaç yabancı dizi seyrettikten sonra Türk diziler bana işkence gibi gelmeye başladı benim de annem geldiğinde laptopdan dizi açtırmıştı hiç birşeye sabretmek o diziye sabretmek kadar zor gelmemişti galiba.

    YanıtlaSil