7 Mart 2013 Perşembe

Kadın çalışmalı mı? (2)




Şimdiiii, bu konu benim için çok ama çok dallı budaklı demiştik. Neresinden tutsam? Nasıl anlatsam.

En sondan başlayalım ;

Şimdi, ben bugün bir kamu kuruluşunda, kişi başına düşen GSYH'nın üzerinde bir gelirle çalışıyorum. Elhamdülillah eşim de çalışıyor. Lojmanda oturuyoruz, memleketimizden ve ailelerimizden çok uzaktayız.

Üniversitede okurken oldukça yüksek bir tempo içindeydim. Önceleri akademisyen olmak arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Sonra işler değişti. Akademik hayatın, daha doğrusu akademik çevrenin, insanların, insan ilişkilerinin bana göre olmadığını, kaldıramayacağımı fark ettim. Bir yandan da evlenmek istiyorduk. Evlenmek içinde para kazanıyor olmak lazımdı. Onun askerliği vardı. Aslında ailemin maddi koşulları kötü değildi ama nerden kafama girmişse o saçma "baba parası yememe" fikriyle beraber biran önce iş hayatına başlamam gerekiyordu. Hem o zamanlar yüksek lisans falan yapsam (ki hocalarım da bu yönde telkin ve tekliflerde bulunmuşlardı) asistan kadrosu almak zordu, çünkü pek fazla kadro verilmiyordu üniversitelere. Böylece bu defter kapanmış oldu. Son sınıfta alakasız bir iş teklifiyle neredeyse emlakçı olacaktım ki Allah korudu:)

Uzun lafın kısası şu ki: ilk gençliğimdeki ideallerimin yerini, bir yuva hayali almıştı. Zira kalbime bir kıvılcım düşmüştü. Önceliklerim değişmişti. Bunun için de para lazımdı.

Memleketime döndüm. Annemim bir teklifi vardı: kuran kursu! Hoppalaaa!

23 yaşındaydım, üniversite mezunuydum. Yabancı dil, bilgisayar vs. yeni mezun birine göre oldukça iyi bir CV. Çocukken gitmiştim ya mahalle camisine, yetmez miydi? "17 yıl dünya için okudun, 1 yıl da ahiret için oku." demişti annem. Haklıydı. Kabul ettim ama kurs bir öğretim yılı boyunca sürecekti. Bu kadar zaman ayırabileceğimi düşünmüyordum. Sonra kursa başladım. Hocayla tanışınca mest oldum. İlk görüşte sevdim onu. Ve kursun ilk günü hocama söz verdim, iş teklifi bile gelse kursu bırakmayacaktım. İyi ki de bırakmamışım.

Kursun son haftalarıydı. Mucizevi bir şekilde (bu, başlı başına bir hikayedir) bir kamu kuruluşunda işe kabul edildim.

Pılıyı pırtıyı toplayıp, ailemi 1000 km arkamda bırakıp, hiç tanımadığım bir şehirde başladım iş hayatına. Ama bir sorun vardı. Burada bana göre hiç bir iş yoktu! Mesleğimle alakalı işler hem çok az hem de amirlerim tarafından önemsiz görülen, yapılmasa da olur sınıfına giren işlerdi.

Yıkılmıştım. Okul hayatım boyunca hep yüksek bir çalışma tempom olmuştu, yapılacaklara hiç bir zaman yetişememiş ama genellikle de başarılı bir öğrenci olmuştum. Dereceye bile girmişliğim vardı. Öğrenmek, araştırmak benim için bir aşktı. Ama bu işyerinde öğrenilecek fazla bir şey olmadığı gibi öğrenmem gerekenler de bana çok uzak ve saçma geliyordu. Haftanın 5 günü 8-5 burada durmamım ne anlamı vardı ki. Bütün gün yapılan işi 1-2 saatte halledebilirdim. Ama burası yarı açık bir ceza evi gibiydi. İşini bitirsen de dışarı çıkamazdın. Ama akşam saat 5 oldu mu da ne kadar çok işin olursa olsun arkana bile bakmadan çekip gitmeliydin. Zaten kamuda çalışmayı hiç istememiştim, şimdi de içine düştüğüm bu çukur beni boğuyordu.

Ama bir umudum vardı, yakında bir yuva kurabilecektik. Çok şükür ki yuvamıza kavuştuk. Yaklaşık 8 yıldır aynı işyerinde çalışıyorum. Oğlumun doğumundan sonra 1 yıl kadar izinliydim. Geçen yıllar boyunca bir türlü bu işe, işyerine tam olarak aidiyet duyamadım. Yıllarca aklımda hep başka bir yerlere, başka bir işe geçme planları...

Önceleri mutsuzluğumun işimden kaynaklandığına emindim ve evlendikten bir kaç yıl sonra bütün gemileri yakmaya karar vermiştim. Bu iş beni kemiriyor, bitiriyordu. Maaş iyi, ssk primleri iyi, izin sıkıntım yok, her hastalandığımda rapor alabiliyorum, gün içinde bankada, postanede, pastanede işim olsa saatlik izinlerle rahatça gidip işimi halledebiliyorum. Daha ne istiyordum. Kendim de dahil olmak üzere ailem, arkadaşlarım, iş arkadaşlarım herkesin gözünde ben bir "nankördüm"! "Ne kadar işsiz insan vardı, utanmıyor muydum?" "İnsanlar benim yerimde olmak için takla atıyorlardı" "Bulmuş da bunuyordum". Ama olmuyordu işte. İS-TE-Mİ-YOR-DUM!

Mesleki becerilerim, yabancı dilim; araştırmacı, analizci, yorumcu yanım olmasa belki mutlu olabilirdim bu işte. Ama olamıyordum işte, ne yapsam olmuyordu. Bazı akşamlar eve ağlayarak geliyordum. Sabahları işe gitmek istemiyordum. Okul hayatım boyunca, her ne kadar sabah erken uyanmam çok zor olsa da asla okula isteksiz gitmedim. Okulu hep çok sevdim. O yüzden şimdi her sabah istemediğim bir yere gitmek bana çok büyük bir zul geliyordu.

Tekrar KPSS ye hazırlanmaya karar verdim. Ankara'da kamu kurum ve kuruluşlarının genel müdürlüklerindeki "uzman" kadrolarından birine yerleşecek, nereye kadar gidebilirsem gidecektim. Müsteşarlığa kadar yolu vardı. Bıkmıştım bu mıy mıy iş hayatından. Geçmeyen günlerden. Beş dakikada yapılacak işi üç güne yaymayı başarabilen insanlarla çalışmaktan. Amaaa olmadı. İyi ki de olmamış:)

Şimdilik mola. ARKASI YARIN...

 

2 yorum: