22 Şubat 2013 Cuma

"Ben, benim, bana göre,benim için..." sonu gelmez mi bunun?


Bir dua ettik. Kabul oldu. Lakin biz bunu kaldıramadık. "Sevilmeye layık olanı sevdir" diye yalvardık.
Kalpte yer mi kalmış hakiki sevgiliye? Dolmuş taşmış çul çaput, et kemik, bal börek aşkıyla!
Ne demişti Yar (ks)
"...Aynı anda hem ışık hem karanlık olmaz. Işık yanarsa aydınlık olur; sönerse karanlık olur. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olması lazımdır. Muhabbetullah yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez..."

"Kalbimizi aşkınla doldur" diye yalvardık. Ama tahammül gösteremedik önce boşaltılması gerektiği gerçeğine! Azıcık ayağımıza bastılar diye yaygara kopardık. En yakınlarımızın, anne, baba, kardeş, evlat, eş dahil en sevdiklerimizin, dikenlerini gördük hatta tadına baktık bir bir. Böylece soğuyacaktık topraktan olanlardan. Ama olmadı. Topraktan olan nefs, topraktan olanlardan vazgeçmek istemedi.

Kalp kırılıp dökülse de, yansa kavrulsa da bu nefs vazgeçmezmiş. Biz hiç bilememişiz nefsimizi. Biliyoruz zannnetmiş ama yanılmışız, hiç tanımamışız meğer. Nefsini bilen, Rabbini bilirmiş. Bu bir müjde gibi şimdi bize, çünkü tanımaya başladık nefsimizi.

Mamafih, korktuk. Zira bilmezdik nefsimizin bu kadar zalim, bu kadar nankör, bu denli aç olduğunu.

Bu kadar acıklı da olsa hikayemiz, yolu da gösterdiler bize elhamdulillah.
Muhabbetullaha giden yolda elimizden tutup önümüzü görebilmemiz için bir kandil yakanımız var artık. Amma  velakin bizim onun eline uzatabilecek elimiz kalmamış. Eller hep meşgul,hep dolu, sımsıkı tutunmuş. Sımsıkı tutunmuş çula çaputa, ete kemiğe, bala böreğe. Nasıl uzansın ki o ellere. Açmak lazım elleri, içindekileri bırakmak, salıvermek...

20 Şubat 2013 Çarşamba

Bir Kitap ve Hz. Mevlana'nın Dilinden Namaz


Kime niyet kime kısmet. Birine bir hediye almışım, elime alınca sevip okşamış, daynamamış okumaya başlamışım. "Bir çırpıda bitirir de öyle hediye ederim". Sonra daha çok sevmişim, okumuşum ama okuyup bitirememiş, üstüne başka kitapları sevmiş, okşamışım defalarca. Meğer içinde neler varmış...

Birisini almışım, bir  yere götürmüşüm hafta sonu. Burası ona yarar. Ondan çok bana lazımmış meğer! Benim daha çok ihtiyacım varmış. Orası bana yaramış. Zira o kitabın içinde neler varmış, mahrum kalmışım. Ne kadar tembel, ne kadar gafilim. İki senedir kitapı bağrında taşıyan kitaplığım secdeye varacakmış nerdeyse.
 
(Ya Kur'an? "Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur'an'ı okumam emredildi." (Neml/92-93) Rabbim yardımcımız olsun.)
 
Mevlana der ki;
Ey imam..! Namaza başlarken Allâhu ekber demenin mânâsı şudur:
"Allâh'ım, biz senin huzûrunda kurban olduk."
Kurban keserken Allâhuekber dersin işte, öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmail, can da Halîl İbrahim gibidir. Can, bu semiz bedenin hevâ ve hevesini kesmek için tekbîr getirince Beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda "Bismillahirrahmânirrahîm" demekle kurban olur gider. Namaz kılanlar, kıyâmette olduğu gibi, Allâh'ın huzûrunda saflar halinde dururlar, sorguya, hesap vermeye, yalvarmaya koyulurlar.
Namazda gözyaşı dökerken ayakta durmak, kıyâmet günü dirilerek, kabirlerden kalkıp mahşer yerinde Allâh'ın huzûrunda ayakta durmağa benzer. Cenâb-ı Hakk;
"Sana verdiğim bu kadar mühlet içinde ne yaptın? Ne kazandın, ve bana ne getirdin?" diyecek.
Ömrünü ne ile, ne işlerle, ne gibi ibâdetlerle, ne iyilikler yaparak harcadın, bitirdin? Sana verdiğim rızkı, kuvveti, gücü ne ile yok ettin? Gözünün nûrunu nerede tükettin? Beş duygunu nerelerde kullandın?
Gözünü, kulağını, aklını, irâdeni, bileğini, arşa ait olan bütün bu kuvvetlerini, neye, nerelere harcadın da onlara karşılık, bu dünyada neyi satın aldın? Sana kazma gibi, bel gibi el, ayak verdim. Onları sana ben bağışladım; onlar ne oldular?" Allâh'ın huzûrunda bunun gibi derde dert katan yüz binlerce haberler, sualler gelir.
Namazda kıyamda iken, kula gelen bu sözlerden kul utanır, utancından iki büklüm olur ruküa varır. Utancından ayakta durmağa gücü kalmaz, ruküda: "Subhane rabbiye'l -azîm" diyerek Allâh'ın noksan sıfatlardan berî olduğunu söyler.
Sonra o kula Hakk'tan ferman gelir; "Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver." denir. Kul utana utana başını ruküdan kaldırır; fakat, dayanamaz; o günahkar, utancından yine yüz üstü yere kapanır.
Ona tekrar; "Secdeden başını kaldır da, yaptıklarından haber ver." diye ferman gelir. O bir kere daha utanarak başını kaldırır ama, dayanamaz yine yılan gibi yüz üstü düşer.
Cenâb-ı Hakk; "Tekrar başını kaldır da söyle, yaptıklarını kıldan kıla, birer birer senden soracağım" diye buyurur.
Allâh'ın heybetli hitabı, onun rûhuna te'sir ettiği için, ayakta duracak gücü kalmamıştır. Bu ağır yük yüzünden ka'deye varır, dizleri üstüne çöker. Cenâb-ı Hakk ise; "Haydi söyle, anlat." diye buyurur.
"Sana nimet vermiştim, nasıl şükrettiğini söyle; sana sermaye vermiştim, onunla ne kâr elde ettiğini göster." Kul yüzünü sağ tarafına döndürür, peygamberlerin rûhlarına ve meleklere selam verir. Onlara niyâzda bulunur da der ki:
"Ey mânâ pâdişahları, bu kötü kişiye şefaat edin, bu günahkarın ayağı da, örtüsü de çamura battı." Peygamberler selam veren kula, derler ki:
"Çâre ve yardım günü geçti, gitti. Çâre dünyada olabilirdi, orada hayırlı işler yapmadın, ibâdet etmedin, o günler geçti. Ey bahtsız kişi, sen vakitsiz öten bir horoz gibisin; git, bizi üzme, bizim kalbimizi kırma."
Kul yüzünü sola çevirir, bu defa akrabalarından yardım ister, onlar da ona; "Sus." derler. "Ey efendi, biz kimiz ki sana yardım edelim, elini bizden çek de kendi cevâbını Allâh'a kendin ver." derler.
Ne bu taraftan, ne o taraftan bir çâre bulamayınca, o çâresiz kulun gönlü, yüz parça olur.
O herkesten ümidini kesince, iki elini açar, duâya başlar."Allâh'ım, herkesten ümidimi kestim. Evvel ve ahir kulunun başını vuracağı, sığınacağı sensin; senin rahmet ve mağfiretine son yoktur."

Namazdaki bu hoş işaretleri gör de, sonunda, kesin olarak işin böyle olacağını anla... Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yâni namazdan mânen yararlan, yoksa dane toplayan bir şey öğrenememiş kuş gibi, Allâh'ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma.
 

5 Şubat 2013 Salı

Tıkalı Gözyaşı Kanalımız Açıldı

Cumartesi sabah tıkalı gözyaşı kanalının açılması için küçük operasyon geçirdi oğlum.





 
Bir haftalıkken sağ gözü çapaklanmış, bir kaç günlük tedavi ile iyileşmişken sol gözü çapaklanış ama bir türlü iyileşmemişti. Bir aylıkken, göz doktoru göz kanalının tıkalı olduğunu söylemişti.
Bebeklerde görülen bir durummuş. Çapaklandıkça ilaç kullandık. Bir yaşına kadar masaj yapmamızı istedi doktorumuz. Bir çok bebekte bir yaşından önce masajla açılabiliyormuş. Ama bizimki açılmadı.
Ameliyathanede yapılacağını öğrenince aynı anda sünneti de yaptıralım dedik ama sünnet için tam narkoz gerekiyormuş vazgeçtik. Çocuğun ciddi bir sağlık sorunu yokken narkoz da alsın istemedik. Gerçi göz kanalı operasyonunda da uyutuldu ama tam narkoz olmuyormuş, akciğerleri çalışıyormuş. İlaç vermeden solunum yoluyla uyutmuşlar. On dakika falan uyudu sanırım, doktor da ancak üç dakika kaldı içerde.
Zor bir operasyon değildi. İki gün, çok fazla olmamakla beraber, kanlı bulanık göz yaşı aktı. Pazartesi sabah da göz kapağı şişti ama doktora gidene kadar indi.  
Asıl önemli kısmına gelince, kanalın kireçlendiğini söyledi doktorumuz. Sonda ile açıyorlarmış ama sonda zor geçmiş kanaldan. Tekrar tıkanması muhtemelmiş. Hatta kireçleme olduğundan, masajında işe yaracağı bir vaka değilmiş bizimkisi. Tekrar tıkanırsa üç ay sonra aynı işlem tekrarlanacakmış. Tekrar tıkanırsa silikon tüp takılacakmış kanala. Eğer yine olmazsa  (4 yaşında dedi galiba doktor emin değilim, ameliyathanede heyecanla beklerken çok iyi anlayamadım sanırım) açık ameliyatla açılacakmış.
İnşaAllah bütün bunlara gerek kalmaz. Rabbim tüm hastalara ve boncuk gözlüme de hayırlı şifalar versin.

1 Şubat 2013 Cuma

Kadın çalışmalı mı? Ya da kadının çalışması makbul mu?

Hayırlı cumalar.
Kafam karışık, bu karışıklık da içimi daraltıyor bazen.
Kadın çalışmalı mı? Ben çalışmalı mıyım? Çalışmak istemiyorum, sürekli evde de olmak istemiyorum, istesem de olamıyorum.

Bu konu benim için çok karışık, çok dallı budaklı. Yaz yaz bitmez. Elbette insan kendi penceresinden görebiliyor hayatı. Hele de böyle bir konu da kendi şartları çok anlamlı, çok bağlayıcı oluyor. Lakin hiç bir koşul olmaksızın itaat edilmesi gereken de Allah (CC) ve Rasulullah(SAV) ın emirleri.
Ben şimdi ne yapsam ???

Düşünsem düşünsem, ölçsem biçsem. Bir kağıt kalem alıp bir tarafa artıları diğer tarafa eksileri yazsam bir çözüm bulsam. Iıı ıhh! Olmaz ben böyle karar veremem. Bütün büyük kararlarımı hislerimle verdim. Bazen yanlış gibi de göründüler gözüme ama kaderim buymuş deyip rahatlarım.
Rahatlarım da pek de zora gelemem, bilirim.

Allahım ne kadar da korkuyorum kaybetmekten. Ne kadar da kuvvetli nefsim. İtaat edilmesi gerekeni biliyor ama başaramıyorum. Dahası öyle gafil, öyle tembelim ki başarabilmenin yolunu da biliyor ama o yolda sebatla yürüyemiyorum...

Galiba ben kavramları ve önceliklerimi çok fazla birbirine karıştırıyorum.
Bu hale çok da yabancı değilim aslında. Yapmam gereken öncelikle niyeti düzeltmek! Ne demiş büyüğümüz (ks);

"Yaptığınız her işte niyetiniz Allah rızası için olsun. Niyet çok önemlidir. Ne iş yaparsanız yapın önce niyetinizi kontrol edin

Bak bu blog yazmak işi bana yaradı galiba :) yazar yazmaz zihnim açıldı.




Not: Aslında çalışma mevzuunda benim durumum biraz özel. Çalışma koşullarım iyi. Hatta çok iyi ama...Amasını sonra anlatacağım biraz uzun.