...
KPSS ye hazırlanmaya başladım. 2009 yılı sonlarıydı. İşyerinden bir arkadaşım eşiyle beraber İtalya turuna gidecekti. O sıralar beraber çalıştığım canım arkadaşım Zuzu'nun parlak bir fikri vardı; biz de gitmeliydik İtalya'ya. Beni cezbetmişti bu fikir. Eşimle konuştuk, anlaştık. Lakin kafama bir şey takılmıştı. Biz müslümandık. Tam bir müslüman gibi yaşayamasak da bunu arzuluyorduk. O halde bizim önce Kabe'ye gitmemiz gerekmez miydi? Madem yurtdışına çıkabilecek imkanımız vardı İtalya'dan önce Mekke'ye gitmek boynumuzun borcu değil miydi? Üstelik bunda çok da bir zorluk yoktu.
Niyetimiz, derdimiz yalnızca itaatti. O'na (c.c), her şeyin sahibine itaat. Hepsi bu! Başka hiç bir sebebimiz yoktu. Kabe'yi merak ediyordum bir de o kadar. Ne bir hasret, ne bir aşk. Yalnızca bir emri yerine getirmekti niyetimiz.
Hani şöyle bir söylem vardır: huşu yoksa, kalbinde başka şeyler varsa, yok efendim kuru kuruya namaz kılmanın ne anlamı varmış. Var efendim, çok anlamı var. Şunlar da duyduklarım arasında ne yazık ki: "Namaz kılarken aklıma başka şeyler geliyor, ben de suçlu hissediyorum, kılmasam daha iyi diyorum" (Allah korusun!). Biz kuluz, bizim görevimiz itaat etmek, teslim olmak. Aşık olmak ve maşuktan gayrı her şeyi unutmak bizim altından kalkabileceğimiz bir iş değil. Aşk, ancak bir lütuftur bizim için. İtaatimiz ve teslimiyetimiz ile olsak olsak talip olabiliriz aşka. İslam olmak için, teslim olmak lazım, teslim olmak için ne emredilmişse yapmak lazım, sorgusuz sualsiz. Tam bir teslimiyet, "gassalın elindeki ölü" misali.
Neyse konuyu dağıtmayalım. Gerçi böyle dağınık da hoşuma gitti hani.
Gittik, geldik. Hepsi bu kadar olmadı çok şükür. Yalnızca emre itaat niyetiyle çıktığımız yolculuk, unutulmaz bir sefere dönüştü. Biz de dönüştük, değiştik elhamdülillah. Giderken tesettürle dönmek gibi bir niyetim olmadığı gibi, tesettürsüz dönme niyetim de yoktu.
İlkokulda resim dersinde bir resim çizmiştim.Konuyu öğretmen vermişti. Resim kağıdının bir yarısında siyah(!) fon üzerinde arap alfabesi, kulaç, arşın, fesli bir adamla çarşaflı bir kadın; diğer yarısında ise açık sarı fon üzerinde metre, şapka, takvim, takım elbiseli bir adam ve mini etekli sarışın bir bayan kişi. Tam ortada da ufacık nadide bir portre!
Ben çizmiştim. Sınıfa asılmadı. Daha üstün bir yere layık görüldü resmim. Sadece öğretmenlerin kullandığı, güller içindeki ön bahçeye açılan öğretmenler kapısının hemen yanındaki panoya. Okulumuzda üretilen en nadide sanat eserlerinin sergilendiği pano!!! Çok sevinmiştim. Gidip gidip bakıyordum panodaki resmime. Lakin içimde garip bir duygu. Beni rahatsız eden bir şey vardı bu resimde. Yalandı bu resim, kocaman bir yalan. Gerçekten aklımdan geçen bu değildi. Öğretmenim beğensin diye yapmıştım. Resme baktıkça olması gerekeni sorguluyordum, doğru hangisiydi. Öğretmenimin anlattıkları belliydi, o anlatırken çok doğru geliyorlardı bana. Ama o zaman, annemin niye başörtüsü vardı? Şu siyah tarafa çizdiğim kadının kıyafeti neredeyse anneanneminkiyle aynıydı. O zaman onlar kötü müydü? Annem, anneannem kötü müydü? Kötü değilse neden siyah tarafa çizmiştim onları. Suçluluk hissediyordum. Dokuz ya da on yaşındaydım.
Ortaokula geldiğimde, zaman zaman aklımdan liseye gitmemek geçiyordu. Çünkü artık ben de başımı örtmeliydim ama okulda buna izin verilmiyordu. İmam hatip lisesine gitsem üniversiteyi kazanmam çok zor olur diye düşünüyordum. Okul birincisiydim oysa ki.
Eh bu düşünceler alttan alttan kafamı kurcalayarak üniveristeden mezun oldum. Kurtçuk hala beni kemiriyordu. Ölebilirdim, hiç tesettüre girmemiş bir müslüman kadın olarak ölmekten korkuyordum. Dua ediyordum. Ortaokuldan beri dua ediyordum bir çıkış yolu için. Gençtim, donanımsızdım. Zaman zaman kafam karışmıyor değildi. Öyle zamanlarda, öyle insanlar, öyle şeyler anlatıyorlar; o kadar ikna edici oluyorlardı ki "tesettürsüz de olur" saçmalığına inandığım bile oluyordu. Ama tüm kalpler gibi benim kalbim de O'nun elindeydi. O, dilediğini hidayete erdirirdi (Bkz. Bakara 272). Çok şükür ki benim kalbimi de hiç bırakmadı, kim ne kadar ikna edici olursa olsun ben doğruyu hissediyordum, O'nun kontrolündeki kalbimde hissedebiliyordum. Dualarım da bu yöndeydi.
Mezun olmuştum ve çalışmak istiyordum. Şimdi de çalışmaya engel kabul ediliyordu başörtüsü. Ama dualarım hiç kesilmedi, umudumu yitirmedim. Bu acayip düzene, etrafımdaki insanlara,sürekli fısıldayan şeytana ve en önemlisi de nefsime rağmen umudumu yitirmedim. Bir gün olacaktı biliyordum. Tek korkum o günü görememekti. Gaflet. İşte gaflet buymuş, şimdi daha iyi anlıyorum. Bilmek, istemek yetmezmiş. Hatta yalnız başına niyet etmek bile gerçekleştirmeye yetmezmiş. Başka şeyler lazımmış.
Okul bitti, işe de girdik. Ama o da ne? Devlet dairesinde çalışıyorum. Artık tek çare vardı işten ayrılmak. Bunu da kafaya koymuşum lakin hayata geçiremiyorum. Şeytan artık tamamen sağımdan sesleniyor, öyle şeyler uyduruyorki saçmalığın daniskası.
arkası yarın...
Bekliyorum...
YanıtlaSilSelam ve dua ile...